bugün

entry'ler (29)

burcu esmersoy

azerî kızı günel'in klibinde löpür löpür yarım ekmek arası köfte falan yediğini hatırlarım bu burcuceğizin. hâlâ o sahne gelir aklıma her izleyişimde. rezalet..

sosyalizm bitti abi ya

postmodernizm nedir bu yaşa değin anlayamayan biri kaldıysa eğer arz etmek elzemdir; ahan da bu cümle, "ergen feveranı" kılığına bürünmüş postmodern yaygaranın kendicağzıdır tam.

sekter

sol cemiyette sekter küfrünü yemek her vakit yeğdir. duyarsanız üzülmeyiniz zira kötünün kötüsü vardır. aşağılama kudreti bakımından, sekteri sırasıyla "troçkist", "reformist-revizyonist" ve "burjuva uşağı" takip eder.

bahar ve kelebekler

(bkz: désenchantée)

tekila

bunu içen kişi ilginç şekilde sarhoş olmaz, böğüre böğüre ağlamaz, alkol üzerine birkaç beden büyük gelmiş gibi ele güne kepaze olmaz. ondan kelli tekila öforisi dünyanın en güzel üç bilemedin beş şeyinden biridir.

gülgün feyman la imana gel

dün gece itibariyle tonight show'da conan o'brien'a malzeme olmuştur. maymunluğumuz ulusal sınırlara sığmıyor lan negzel.

her türk asker doğar

doğrudur. her türk aynı zamanda erkek, yiğit, gözüpek, müslüman, tercihen sünni, heteroseksist, üçgen vücutlu ve ille de şahan bakışlı da doğar. aferindir ona.

vücudunu teşhir eden kız

halbuki önce kendi bedenine ne yapması gerektiğini bizlere danışıp ellerimizi öpüp hayır duamızı alması falan gerekir. kesinkes yanlışlardadır.

on the road

bu kitabı okumak, ardından da 'yarın işte giyilecek giysileri ütülemeye koyulmak' eyleminin verdiği his, yasal işkence yöntemlerinden biri olsa gerek.

michael jackson un ölümüne üzülen insanlar

geçip gittiği kafaya dank eden yıllar, çocukluğun verdiği o pür salaklıkla smooth criminal'i hatasız söyleyebilme yarışları, ergenlik ve billie jean, ain't no sunshine dinleyerek uyumamaya kasılan geceler, çocukluk, ilk gençlik, mutlu zamanlar, kapanan efsanevi bir devir, popun en gösterişli dönemlerine tanıkılık etmiş olmak... michael jackson'ın yediği hiçbir bok, kendisi bile hafızamızdaki yerini değiştiremez sanırım.
kısaca benim bu insan.

komünizm

orta son argümanlarından yakasını sıyıramayandır. "hangi adaletsizlik, ne bakımdan, nasıl, hatta kim?" oralar komple buğulu, tümden meçhul, ahah. tek cümlelik yargı klişeleriyle bacağına yapışmaktan kurtulamadık vallaha yaşlı, yorgun ve kendi hâlinde komünizmin ki yıl oldu 2009, yazıktır. en iyisi işsizlik, fukaralık, diz boyu hırsızlık, gasp, fuhuş, açlık falan hakkaten zaten.

çocuk işçileri

çocuk işçiler kapitalizmin gözümüzün göresi gelmediği, en iğrenç boyutlarından biridir. düşük maliyet ve yüksek performansla çalıştıkları doğrudur ve bu sebepten kâr birikiminde sermayedarlar nezdinde ilk tercih sebebidir. sigorta iste(ye)mez, iş güvenliği sıfırdır, sömürüsü azamidir. bir gıdımlık vücutlarıyla sabahın sekizinden akşamın sekizine kadar canhıraş çalışırlar. istanbul'un arka sokaklarını dolduran irili ufaklı binlerce atölyeden tutun üçüncü dünya ülkelerine iş sipariş eden uluslararası üne sahip sözüm ona prestijli firmaların bile iliğini kurutmayı sevdiği bir işçi profilidir. onlara acımak dünyanın en tabii şeyidir de tersini havsalam almıyor.

türkiye de sanatçı olmak için gerekli hususlar

sanat icra etmekten gayri her boku yemek yeter şarttır.
beren saat'i oyuncu, pelin batu'yu ressam, ismet özel'i şair, pi'yi de üç alınız.

mutsuzluğu sevmek

(bkz: drama queen)

ruanda soykırımı

bütün dünya medeniyetlerinin çekirdek çitleye çitleye oturup seyrettiği insan yapımı katliam. işin içinde israil'in parmağı olsa ne yazar, içine bacağı girse ne yazar? o sürece müdahale etme gereği duyan herhangi bir ulus devleti çıktı sanki de ortaya, şimdi antisemitik, überokültist mitleri yaymaya hakkımız oldu. ne ilginçsiniz bazen.

saba tümer

ilk başlarda gayet sıradan, düz bir tipti bu hanım teyzemiz; sarışın, yüzü düzgün zilyon tane spikerden sadece bir (1) tanesiydi. baktı gördü ki o frapan, iğrenç kahkahayla anılır, akılda kalır oldu hepten suyunu çıkardı işin. daha dikkat çekici bir yönünü keşfetse keşke bir an önce de kurtulsak.

ideefixe

edgar allan poe'nun bütün öykülerinin toplandığı meşhur zebellah kitabını şimdilerde 28 tl'ye indirerek zamanında aynı kitaba 70 tl bayınan fanileri ağlatmış hatta inletmiş ilim irfan yuvası.

fatma ceren necipoğlu

kendisinin başına gelen kadar sapık medyanın hâli de o derece üzücüdür. ana haber bülteninde hocanın özel odasına, dersliğine vs. girip, tüm özel eşyalarını, askıdaki elbisesine varana kadar kurcalamayı habercilik başarısı falan zanneden leş kargaları var bu ülkede hâlâ, en çok ona yanarım. Anası, babası, kardeşi, arkadaşı falan olsam irkilirdim sanırım densiz muhabirin ellerini, kollarını hatta burnunu kayıp yahut merhumun ardında bıraktığı saatine, notlarına, masasına pervasızca sokuşunu izlerken.
iki dakka insan olmayı beceremiyoruz sanırım.

the old man and the sea

bu eserin aleksandr petrov elinden çıkmış 1999 yapımlı ve bol ödüllü bir de nefis uyarlaması vardır ki yağlı boya tablo mudur yoksa film midir anlaşılmaz; öyle büyüleyici, öyle dehşetengiz bir animasyondur.

beat generation

elde edemediğimiz ne kadar dünyevî deneyim varsa tümünü heybesine doldurmuş, tadamadığımız bilumum hayatî zevkin dibini bulmuş, vazgeçemediğimiz ne kadar konforlu boyunduruk varsa hepsini elinin tersiyle ittirmiş; çok yürümüş, çok yorulmuş, çok kirlenmiş, çok esrimiş ammavelâkin çok yaşamış insan kuşağı. ayda yılda üç beş konser haftada birkaç bira ile yaşadığını zanneden akça pakça çocuklar olarak, kendilerine ölesiye özenmekle kendilerinden öldüresiye nefret etmek hisleri arasında gidip geliyor olmamız çok normal.